Öncesini okumamış olanlara hemen bir notla başlayayım. Bu yazı Alsace, Colmar, Strasbourg Noel Pazarları gezimizin devamıdır. (youtube videosu da burada) Bu yazıda damdan düşer gibi hissetmemek için – çünkü bir sürü önemli tüyoyu önceki yazıda verdim – önce onu okumanızı tavsiye ediyorum çünkü burada direkt gezinin 5, 6 ve 7.  günleriyle devam edeceğim. Bu yazının da Youtube videosu burada ancak buradaki bol detayı aldıktan sonra videoyu izlemenizi tavsiye ederim. Bu yazının İsviçre durakları Zürih, Bern, Gruyeres, Montreux ve Basel.

Strasbourg‘ u bitirdikten sonra İsviçre rotasına devam etmek üzere Almanya’ da kiraladığımız eve yola çıktık. İsviçre için Almanya mı? Panik yok, hemen anlatıyorum 😉 Böyle bir lokasyon seçmemizin sebebi şuydu. Biz Basel’ i gezmeyi dönüş gününe bırakmıştık. Dolayısıyla İsviçre içinde de devamlı bir yerden bir yere gideceğimiz için tatil içinde bolca km yapmayı, son gün havaalanı için en az 1 saatlik yol yapmaya tercih ettik. Basel içinde air bnb evi baktık ama aradığımız kriterlere uygun bulamadık. Bir de nedense Basel’ deki evler hep çok küçük metrekareydi. Son seçimimiz ise Air bnb değil, Booking.com un kiralık evler bölümündendi.  Evin yeni tadilat geçirmiş olması ve sevimliliği, Almanya’ nın Grenzach-Wyhlen diye dağlık bir bölgesindeki ücra bir kasabasında olmasına ağır bastı. Ücra diyorum ama Almanya’ ya göre. Çünkü kaldığımız evden Basel şehir merkezi tam olarak 12 dakikaydı. Bu sebeple evin linkini buraya bırakıyorum. Ev turu da ayrıca Youtube videosunda.

Strasbourg’ dan eve yaklaşık 150 kmlik bir yolculukla vardık. O yorgunluğun üzerine evin konforu ve keyfiyle birer yorgunluk kahvesi içtik açık mutfağımızın adasında.

Yalnız sabah Zürih‘ e gitmek için uyandığımızda benim panik eşimin görmekten korktuğu benim de keyfimi katlayan manzaraya uyandık. Bu dağ kasabasına gece kar yağmıştı 🙂 (bu arada dağ kasabası diyorum ama evimizin çaprazında Michelin Guide tavsiye listesinde olan bir restaurant da vardı. İçerideki yaş ortalaması “emekliler lokalini” anımsattığı için biz değerlendirmedik ama aklınızda olsun) Bizimkiler (bizimkilerden kastım eşim ve kardeşimin eşi, bu tatilimizi onlarla birlikte yapıyoruz) hemen hazırlanıp arabaya kar çorabını takmaya indi. Böylelikle sorunsuz anayola çıkabildik. Anayola çıkmadan önce de çorabı çıkardık.

80 kmlik bir sabah yolculuğundan sonra Zürih’ e vardık. Yol boyunca yağan hafif kar şehrin merkezinde ve hatta tüm gün boyunca bize ince ince eşlik etti. Şehrin kalbi elbette tramvay hattının geçtiği,  aynı zamanda en önemli alışveriş caddesi olan Bahnhofstrasse. Arabayı paralel caddelere park edip kahvaltı için önerilenlerden biri olan John Baker’ a attık kendimizi. Attık diyorum çünkü yağan karın etkisiyle de feci bir soğuk vardı. Buranın hamurişleri inanılmaz lezzetli. Bizimkiler kruvasan, tarçınlı rulo yedi ki onlar da iyiydi ama ben hayatımda yediğim en iyi kardamon schnecke’ yle tanıştım. Kakuleli lezzetleri sevenlerin aklını uçurur.

Zürih’ in bendeki izlenimi biraz sıkıcı bir sanayi şehri tadında oldu. Noel döneminde gitmemizin artısı her yerin cıvıl cıvıl süslenip, şehrin bu -bana göre- tekdüzeliğini kırması oldu. Başladık şehri keşfe. Aslında Zürih’ e rotanıza göre 1-2 gün yeter. Elbette neye ne kadar zaman ayırmak istediğinize bağlı. Biz mesela şehirdeki önemli müzeleri burada vakitsizlikten es geçtik çünkü bu ekibi kocaman Lindt Çikolata Fabrikası/Müzesi dururken o kış gününde, tarih sevgimize rağmen başka bir yere götürmemizin imkanı yoktu 🙂 Yine olsa yine aynı tercihi yaparım. Bizim buradaki mesnetsiz çikolata müzeleri de kusura bakmasın, biraz bakıp feyz alsınlar. Neyse Lindt’ e geleceğiz.

Sprüngli pastanesine gün içinde dönmeyi umuyorduk çünkü buranın en ünlülerinden (Lüxemburgerli olarak geçen makaronlarını da tatmak için) . Burada yeme içme noktası çok olduğu için midenizi de ona göre ayarlamanız lazım. Sprüngli’ nin karşı sokağından girdiğinizde karşınızda ünlü Fraumünsterkirsche Kilisesi‘ ni görüyorsunuz. Biz gittiğimizde özel bir durumdan turist gezisine kapalıydı. Girişinin hemen çaprazında dünyanın en orijinal noel süslerini bulabileceğiniz Gallerie Adrienne Desbiolles var. Aslında üst katı normalde galeri, çok güzel eserler ve dekorasyon dünyasında ikonikleşmiş bazı markaların parçaları yer alıyor ama alt kat sadece yılbaşı süslerine ayrılmıştı. Noel zamanı mı böyle yoksa 12 ay mı bilemiyorum. Mest olarak gezdik.  Bu mağazanın karşısında (kilisenin yanı oluyor) ufak bir noel pazarı vardı, yeni yeni açılıyordu sabah saatlerinde.

Yine bir dipnot vermem lazım ki konu İsviçre frangı. Bizim gittiğimiz dönemde Euro 19 TL iken, frank 21 TL idi. Her yerde de döviz bürosu yoktu. Biz baya 5 yıldızlı otel görünümlü bir bankada (e pek şaşırmamak lazım buna, malum İsviçre Avrupa’ nın hatta tüm dünyanın özel kasası)  bozdurduk. Ciddi de komisyon aldılar. Örneğin, 250 Euro verip 230 İsviçre frangı almıştık. E 20 euro komisyon az sayılmaz. Kredi kartı geçmeyen yer yok gibi ama her yer Euro kabul etmiyor, bunu da akılda tutmak gerek.

Yine aynı caddede turlarken Läderach çikolata butiğine rastlıyoruz. Bu marka da İsviçre’ nin en iyilerinden. İsviçre’ de hunharca bir çikolata alışverişi yapıldığını söylememe gerek yok sanırım 🙂  Läderach fiyat olarak biraz daha yüksek, belirtmiş olayım. Mağazada da ikramları oluyor.

Bahnhoffstrasse’ yi bitirip Zurich Main Station‘ a geliyoruz. Ana tren garında yer alan kapalı bir christmas market burası. Hem alan büyük diye hem de dışarıdaki soğuktan biraz kaçmak için burayı gezmeye karar veriyoruz. Onlarca çeşit sokak lezzeti, İsviçre lezzetleri satan standlar vardı burada da. Hediyelik eşyadan otantik parçalara kadar satın alabileceğiniz birçok şey.  Bu arada İstanbul’ da canımız çektiğinde Swissotel‘ in Chalet‘ sine gidiyoruz ama İsviçre’ ye gelmişken layıkıyla bir fondü – raclette keyfi de yapılmalıydı. Herhangi bir yerde değil de chalet havasını yaşatacak bir mekanda yemek istiyorduk. Gitmeden epey araştırdık, chalet ambiyansında birkaç tane seçenek vardı. Biri Chalet Zuriberg. Aramalarda çıkmasına rağmen geçici olarak kapalı olduğundan elendi. Başka bir otelin chalet’ si vardı ama adını notlarımda asla bulamadım çünkü o tarihe rezervasyonları dolu olduğu için kabul edemediler. Son seçenek ise dışardan görünümü chalet değil ama iç dekorasyonu o geleneksel havayı yaşatan ve aramalarda genelde en üstte çıkan Swiss Chuchi’ de karar kıldık. Aşırı doyurucu bir yemek olacağından öğlen yemeğinde gidip çikolata müzesine tok gitmek istemiyorduk. Restaurantın da rezervasyonları full olduğundan müsait olan saat 4’e rezervasyon yaptırdık, böylelikle de Lindt müzesini gündüz 1’e ayırdık. Ayrıca eğer fondüyü öğlen yapabilsek akşam yemeğine çok aklımızın kaldığı Zunfthaus zur Waag isimli restauranta gidecektik ama programa uymadı. Çok güzel bir yere benziyor, siz rotanıza alın.

Geldi çattı Lindt zamanı. O kadar kararında bir müze olmuş ki İstanbul’ dakini görünce (İsviçre tatilimizden sonra gittim) bizimkine burun kıvırmadan edemedim malesef. Ne devasa büyük ne öylesine olsun diye yapılmış. Steril ve fabrika havası ve yalın mimarisiyle her şeyden önce çok gusto sahibi ellerden çıktığı belli. Biz giriş biletimizi gitmeden önceden online almıştık. Kakao çekirdeğinin ilk başlangıcından itibaren tarihini çok güzel enstalasyonlar, koku ve dokunma üniteleriyle hareketlendirmişler. Dev ekranlar sizi önce o coğrafyalara götürüyorlar. Çikolatanın tarih yolculuğunda ilerliyorsunuz. Sonra Lindt’ in kuruluşundan bugüne yolculuğuna geliyorsunuz. Bu alanın bitimindeyse tadım üniteleri var. Öncelikle sizi bitter, sütlü ve beyaz çikolatadan oluşan çikolata şelaleleri karşılıyor. Ve bu fabrikada limit yok. Bizdeki gibi “ama bir kaşık” diye de uyarmıyor kimse, başında dikilen bir görevli de yok. Dön dolaş kaşık kaşık ye. Sonraki istasyonda ise 8 çeşit press var. Bunların altına elini koyuyorsun tak bir parça kırıp eline düşürüyor. Ve yine limit yok. Burayı geçince planetarium gibi bir alan yapmışlar fotoğraf ve video çekebileceğiniz. (bir miden sakinlesin, bir es ver demenin yolu da olabilir)  O alandan da çıktığınızda benim içimi eriten Lindor’ ların olduğu bir alan var. Yine şöyle bir uyarı var: Yiyebildiğiniz kadar yiyin! 🙂 Çantanıza doldurup götürmece yok ama oradayken istediğin kadar yiyebiliyorsun.

Seratonin salgılamış vücudunla mutluluk denizinde yüzerken bu kez alışveriş alanına geçiyorsun. Epey büyük bu butikte sanırım olmayan Lindt çikolatası yok. Alışverişleri yapıp, son kare fotoları çekilip fabrikadan çıkıyoruz.

İstikamet şehrin diğer tarafı bu kez. Arabayı yine park edip başlıyoruz büyük meydanlardan biri olan Sechseläutenplatz’ a. Burada da büyük bir noel pazarı var ismi de Zürcher Wienachtsdorf olarak geçiyor. Bu alan da çok keyifli ama tüm gün boyunca yağan bir yağmur bir kar biraz keyif kaçırıyor haliyle. Hızlıca gezip bitirme telaşına düşüyorsun. Derken Grosmünster tarafına doğru yürüyoruz çünkü fondü saatimiz geliyor. Swiss Chuchi‘ ye geldiğimizde sıcacık ortamı içimizi ısıtıyor ve siparişlerimizi veriyoruz. Yemenizi kesin tavsiye edeceklerim, klasik fondue, et içerikli fondue chinoise, raclette ve bir patates yemeği olan röşti tavsiye edeceklerim arasında. Uzun uzadıya yediğimiz bu yemek sonrası dönüş vakti geliyor ve ışıltılı sokakların bu kezz tadını gece çıkararak evimize doğru yola çıkıyoruz.

Ertesi günkü rota yine maraton tadında ama seviyoruz işte böyle işleri 🙂 İlk durağımız başkent Bern. Nedense arabayla Bern sokaklarına girdiğimiz andan itibaren kendimi tam İsviçre’ de hissediyorum. Bence bu şehrin çok farklı bir karakteri, havası var. Zürih’ in metropol aurasından çok farklı hatta yamaçlara kurulmuş hali yer yer bana eski Bursa‘ yı anımsatıyor Heykel, Setbaşı taraflarını. Yine merkezde bir kapalı otoparka arabayı park edip kahvaltıya geçiyoruz. Hava bugün de gülecek gibi değil, sabah yola çıktığımız andan itibaren hep kar var. Bern’ in avantajı şehrin önemli caddelerinin iki yanına sıralanmış binalarının altı revaklı hep, o yüzden buz gibi soğuktan korunamasanız da en azından uzun bir süre ıslanmadan gezebiliyorsunuz.

Şehirlere çok erken giriş yapmamızın bir dezavavantajı kahvaltı için henüz her mekanın açılmamış olması oluyor. Altstadt diye geçen eski şehir bölgesindeyiz. Zaten genelde en güzel yerleri eski şehir bölgeleri olur turistik şehirlerin. Adrianos diye bir cafeye girip kruvasan kahve ritüelini gerçekleştiriyoruz ama artık içimiz bayılmadı değil kaç gündür 🙂 Bu arada bir önceki yazıda atlamış olma ihtimalime karşı elbette buralara gelmişken bretzel(pretzel) yemeyi ihmal etmeyin. Bilmeyenler için detaylandırayım, bizim çubuk krakerin  aynı lezzette ama çıtır değil de hamur işi versiyonu ve ortalama bizim simit ebatlarında. Fotosunu da hiç çekmemişim genelde biz kazınma anında alıp son hız tüketildi.

Kahvaltı sonrası eski şehirde yürüyüşe çıkıyoruz. 13. yüzyılda yapılmış, 15. yüzyılda eklenen astronomik saatiyle daha ilgi çekmiş, sembol yapılardan biri olan Zytglogge yani saat kulesidir. Tarih boyunca nöbet kulesi, hapishane ve sivil anıt olarak şehre hizmet etmiş. Devamındaki uzun cadde Gerechtigkeitsgasse. Bu caddeyi dümdüz inerken sağlı sollu revakları görebilirsiniz. Keyifli mağazalar ve yerel ürünler var. Yol üstünde ise Einstein’ in evi görülebilir. (Einstein Haus) Burada bir hatırlatma yapayım. İsviçre çakısı meşhurdur ama beni hiç çekmeyen bir alet. Ancak size Victorinox‘ un evde vazgeçilmezim olan (burada link verecekmişim gibi oldu) bıçak ve soyucularının bizdekinden çok uygun fiyata satıldığını söyleyebilirim. Türüne göre 3-7 Frank arasında değişiyor. Nereden baksanız kesinlikle stoklanmalı. Bugüne kadar kullanmadıysanız deneyin, bir daha başka marka kullanmanız imkansız şef değilseniz.

Cadde boyunca indiğinizde önünüze köprü geliyor. Buradan şehrin manzarası çok hoş, mutlaka yürüyerek geçin. Köprünün altında şehrin sembolü olan ayılar için yapılmış bir park (Barengraben) var. Tabii ki o soğukta ayı görmeyi beklemiyorduk. Köprünün ilerisi biraz şehir dışına çıktığından caddenin karşı tarafından yürüyerek Berner Münster tarafına geçmek için geri dönüyoruz…

Burası da canlı ama küçük bir alan. Hemen yanında ufak bir noel pazarı var ama daha büyüğü, caddenin sonunda, Obere Altstadt‘ da göreceğiniz noel pazarıdır. Meydana yakın alanlardan birinde çok hızlıca bir şeyler atıştırıyoruz çünkü gün batmadan Montreux’ de olabilmemiz için (sebebi var) biraz seri hareket etmemiz gerekiyor.

Bern’ i karlı, soğuk ama buna rağmen güzel anılarla kapatıp Gruyeres‘ e doğru yola çıkıyoruz. Bern’ den Gruyeres’ e, oradan da Montreux’ ye sanki hep aynı yol üzerinde gidiyor gibisiniz. Karlı, dağlık, bol yamaçlı. Gözünüzü korkutmasın ama patika gibi değil gayet otoban. Gruyeres tabii Zürih ve Bern’ den sonra büyük şehir atmosferinden klasik isviçre köyleri aurasına taşıyor sizi. Kış sebebiyle elbette o yemyeşil Heidi‘ nin dağları gibi değil ama bembeyaz haliyle kesinlikle görülmeye değer. Girişte tren istasyonuna yakın bir alanda küçük bir otopark var. (bu arada yol boyunca çok fazla hemzemin geçide rastlıyorsunuz, bariyerler indiğinde de bizdekinin aksine hiç de yavaşlamadan geçip gidiyor hızlı trenler) Hava nedeniyle daha yukarılara çıkmamıza izin verilmeyince mecburen oraya park ediyoruz. Hemen otoparkın çaprazında şehre adını veren, adını şehirden alan meşhur gravyer peyniri üretim tesisi var. İçeride istiflenmiş yaşlandırılan gravyer tekerlerini görebiliyorsunuz Köyün en geniş hediyelik eşya mağazası da burada. Tepedekiler daha ufak tefek. Burada biraz dolandıktan sonra tepeye köy meydanına doğru çıkıyoruz.

Hem epey yokuş hem de karlı olduğu için yaklaşık 15 dakikamızı alıyor yukarı tırmanmak. Tırmandıkça etrafın bembeyaz güzelliğine daha çok vuruluyorsunuz. Kaleye yaklaşırken köy meydanına geldiğinizde suru geçtiğiniz anda adeta boyut değiştiriyorsunuz. Masal alemine mi giriyorsunuz desem nasıl anlatsam az kalır. Belki karın güzelliği, belki yılbaşı ruhunun döktüğü peri tozudur sebebi bilmiyorum ama meydana şöyle ilk bakışımı attığım an kalbime oklar saplandı. Çektiğim kareler bana Gruyeres’ in hissettirdiklerini ne kadar size yansıtır şüpheliyim ama aklımın, kalbimin en minnoş köşelerinden birine yerleşti burası. Tatlı cafeleri , minicik hobbit evi kılıklı binaları ya da Alice’ in geçtiği kapı misali dükkan kapılarıyla masalsı bir atmosfere sahip. Bir yandan gelen sıcak şarap kokuları diğer yandan melodilerini ezbere bildiğimiz noel şarkılarıyla oldukça çarpıcı bir etki bıraktı bende burası tüm bu rotayı düşündüğümüzde.

Köyün yukarısına doğru tırmanıp kaleye doğru ilerledik.  İsviçre’ de turistik alanların en güzel fotoğraf noktalarına konan çerçeveler var. Bu çerçevelerden biri de Gruyeres Şatosu‘ na nazır bir taneydi. Vakit azlığından şatoya kadar gitmiyoruz. Açıkçası Montreux’ yü rotadan çıkarıp burada akşama kadar kalıp öyle evimize dönmek isterdim, durup o meydanda bir yerlerde öylece oturup atomosferi içime çekmek.. Ancak kalabalık olduğumuzdan ve Montreux’ de de bir noel atraksiyonu olduğu için programa sadık kalıyoruz. Söylememe gerek var mı bilmem Gravyer almadan dönmeyin. Mutlaka tadarak alın bu tarz aromatik peynirleri. Çünkü her hayvanın beslenmesinden üretimine ve bekleme süresine göre lezzet çok değişkenlik gösteriyor. Bir tattığınızı hiç beğenmeyip diğerine vurulabilirsiniz.

Fotoğraflarda Gruyeres’ e torpil geçtikten sonra Montreux‘ ye doğru ilerliyoruz. Yaklaşırken karlı yamaçlar geride kalmaya başlıyor. Cenevre Gölü‘ nün kenarında kurulmuş bu küçük şehirden başka gölün bir tarafı Lozan’ a diğer tarafı da Cenevre’ ye kıyı oluşturuyor.  Tarihten bildiğimiz üzere Montrö Boğazlar Sözleşmesi‘ nin imzalandığı yer burası. Hatta tam olarak aşağıda gördüğünüz Fairmont Montreux Palace Hotel. Dilerseniz sözleşmenin imzalandığı salonu görebiliyorsunuz.

Montreux’ de 4’te kapandığı için malesef kaçırdığıma üzüldüğüm önemli bir gezi noktası Chateau de Chillon. Tarihi 1100′ lere dayanan göl kıyısına hatta göl üzerine inşa edilmiş bu şatoya yaklaşık 3-4 kmlik seyirlik bir yoldan yürüyerek ulaşabilirsiniz.  Biz buraya ancak 4’e doğru ulaştığımızdan vaktimiz kalmadı. Noel zamanı şato içinde de çeşitli eğlencelere denk gelebiliyorsunuz belli tarihlerde, çoğunlukla da haftasonu. Bizim tatilimiz bir hayli tematik olduğu için Instagram’ da da sıkça karşınıza çıkmış olan “flying Santa” uçan noel baba ve kızağını görmek üzere göl kıyısında yerimizi alıyoruz.

Saat 4′ ten itibaren her saat başı bir teleferiğe bağlı bu kızak, içinde noel babayla kızağından volkanlar patlatarak geçiyor ve halkı selamlıyor 🙂 Belki çok basit bir fikir ama tam bir turist mıknatısı denebilir. ( belki bu olmasa Montrö rotamıza girmezdi veya başka bir tercih de yapabilirdik) Mahşer gibi bir kalabalık vardı. Buna rağmen kimsenin nefesini ense kökünüzde hissetmiyorsunuz, çirkinlik sıfır, medeniyet 100.  (videosu burada)

Bu geçişi izlediğimiz göl kenarı boydan boya noel pazarı. Takdir edersiniz ki aşırı kalabalık. Yürüyüş alanı biraz dar olduğundan tüm gezi boyunca dahil olduğumuz en kalabalık nokta oldu. Burada Freddy Mercury heykelini göreceksiniz çünkü kendisi buraya aşık olmuş ve bir ev satın almış. Bununla da kalmayarak kayıt stüdyosu da kurmuştur. Son albümünü de burada kaydetmiştir. Bu sebeple kendisinin heykeli buranın önemli turist noktalarından. Montreux bu noel curcunası olmasa eminim çok sessiz ve kendi halinde bir şehir. Bu yüzden de tarih boyunca buraya pek çok sanatçıyı çekmiş. İngiliz yazar Lord Byron, Charlie Chaplin sadece birkaç örnek.  Akşam yemeğimizi yedikten sonra da dönüşe geçtik.

Ve geldik son güne. Başta da dediğim gibi son günü verimli kullanmak adına Basel havaalanına yakın bir nokta seçmiştik konaklamak için. Bu sebeple de sabah toparlanıp, sevimli evimize veda edip kahvaltı etmek için Basel’ in merkezine indik. (arabayla sadece 12dakikamızı aldı) Merkeze geldiğimizde arabamızı bir kapalı otoparka park edip Confiserie Bachman‘ a yürüyoruz. Pazar günü olmasından dolayı seçenek dar haliyle. Ama burası nezih ve temiz bir mekan, sandviçleri de lezizdi, rahatlıkla gelebilirsiniz. Burada kahvaltıyı biraz geniş tutuyoruz zira güne erken başladığımız için mekanların açılmasına fırsat vermeye çalışıyoruz diyebiliriz.           

Gezerken hemen yakının Xocolatl isimli bir çikolata butiği vardı. Antikacı dükkanı görünümlü bu butik-cafede dünyanın pekçok farklı noktasından çikolatalar mevcut. Tatmadan önce ambalajlarına vuruluyorsunuz.

Oradan çıkıp Altstadt tarafına doğru yürüyoruz ve göz alıcı kiremit rengiyle solumuzda belediye binası kalıyor. Üzerindeki çalışmalar tam seyirlik. Ana kapısı pazar da açık ama sadece avluyu görebiliyorsunuz bir de merdivenleri. Belediye binasına açılan paralel ve çapraz sokaklar tenha olmasına rağmen epey sevimliydi.

Pek çok mağazadan görüyoruz ki açılışları en erken 12, çoğunun ise 2de 🙁 hadi biz açık olanları dolaşıyoruz, sokakları keşfediyoruz ve zaten pazar gününün bu durumuna hazırlıklıydık ama kıyafet olarak hazırlanamamışız. Nasıl olsa dönüş günü, öğleden sonra gidiyoruz, kat kat giyinmeyelim diye kulaklık, eldiven vs bavula atmıştık. Neyse ki içlik giymişim. O da olmasa resmen buz heykele dönecektim. O sabah ayazı felaket ötesiydi, kulağımdan giren soğuktan resmen başıma ağrı girdi. Demem o ki asla aldanmayın, soğuksa soğuk, hakkıyla giyinin 🙂

Barfüsserplatz tarafına doğru ilerledik, açık olduğu için oyuncak müzesini gezdik. Epey tatlı bir yerdi ve altındaki mağazasında da nefis yılbaşı süsleri vardı, aklınızda olsun.

Havaalanından önce biraz ısınıp, bünyeye şeker depolanması için Confiserie Brandli‘  ye uğruyoruz. Yediğimiz her şey çok lezzetliydi orası ayrı ama şu limonlu tartların lezzeti hiç sekmiyor. Böylelikle bir geziyi daha tamamlamış oluyoruz. Biz bu rotayı tahminimizden çok daha fazla sevdik. Önümüzdeki kış için dilerim size de ilham olsun. Benim ise İsviçre ile ilgili sonraki planlarım…. Elbette bahar-yaz aylarında Bernina Express veya Golden Pass trenlerinden biriyle Alplerin eşsiz doğasının tadını çıkarmak ve yine kış tercih edersek kayak için Megeve ya da St. Moritz.. O zaman yeni rotalarda görüşmek üzere 😉

Bu linkteki Yotube videomu da izlemeyi unutmayın.

Yazar

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Pin It